Ana içeriğe atla

Gün İçi Yolculuk ve Kulaklığın Nimetleri

Öğrenciler ve çalışanlar zamanlarının önemli bir kısmını yolda geçiriyor. Bahçeşehir Üniversitesi Mart 2014'te sonuçlarını açıkladığı çalışmada, şehir içi yolculuklarla ilgili iyi bir derleme yapmış.(1)

Buna göre, kişi başı tek yön ortalama seyahat süresi 50 dakika.Yani gidiş-geliş 100 dakika oluyor. Ve yine yani, senede sadece hafta içi yollarda harcadığımız vakit 18 gün! Büyük zaman.

Peki gelin bir de bu zamanı hangi araçlarda geçirdiğimize bakalım. Aşağıda çalışmanın sonuçlarını grupladım.:

Ben bu grafiğe bakarken, süre nasıl azaltılabilir gibi şeyler düşünmüyorum. Sanırım pek umudum yok artık. Bir yerden azalsa bir yerden artacakmış gibi. Daha çok, "madem bu kadar zaman harcıyoruz, yolculuk sırasında ne yapabiliriz?" sorusunu aklımda tutarak bakıyorum. Bir de yolculuk sırasında en zor yapılacak şeyin kitap okumak (yüksek konsantrasyon ve konfor gereksinimi) ve en kolay yapılacak şeyin müzik dinlemek olduğunu düşünerek ilerliyorum.

Grafikte de gördüğümüz üzere, yolculuğun kahiri ekseriyeti otobüs, minibüs, vb. araçlarla yapılıyor. Bu araçların hepsini aynı gruba almak - Metrobüs ile Deniz ulaşımını aynı kefeye koymak - biraz insafsızlık gibi gelebilir. Ancak şunu söylemeliyim ki, bu araçlarla seyahat etmenin rutini ve konforu benzer özelliklere sahip. Örneğin, hepsinde bir miktar yürüme ve araç değiştirme gibi özellikler mevcut. Bu da hemen hiçbirinin kitap okumaya uygun olmadığını gösteriyor. (Her koşulda kitap okuyabilen kitap sevdalılarına diyecek bir şeyim yok tabi.)

İkinci olarak, özel araç ile seyahat edenlerin ya yanındakilerle sohbet ettiğini, ya telefonla konuştuğunu, ya da radyo dinlediğini söyleyebiliriz. Taksi ve servis grubu ise en şanslı grup çünkü yolculuklarını en konforlu şekilde geçiren grup bunlar. Seçenekleri fazla bu yüzden.

Yaya arkadaşlarımız ise en fazla kulaklık takabiliyorlar. Bu kulaklıktan ne duyabiliyorlarsa yapabilecekleri o...

Tüm bu farklı yolculuk türlerine baktığımızda, en rahat şekilde yapılacak etkinliğin "dinlemek" olduğunu düşünüyorum. Metrobüs ne kadar kalabalık olursa olsun, dengemizi sağladığımızda kulaklığımızdaki sesi dinleyebiliriz. Arabanın teybinde veya serviste işimiz çok daha kolay. Yani hep dinleyebiliriz ve trafikte dinlemek bu yüzden çok önemli.

Benim gördüğüm kadarıyla şu anda kulaklıklardan bir tek müzik dinleniyor. Müzik ruhun gıdası tabiki ve şahane bir şey. Ama daha bir sürü nimeti var o kulaklıkların, bunun farkına varacağız zamanla diye düşünüyorum.

Şimdi elbette konu toplumumuzun okumadığı gibi konulara gelebilir. Vakanın bu kısmına diyecek veya yapacak bir şeyim yok. Kendim de yolcuların önemli bir kısmının yolculuk sırasında bir şey yapmadığını her zaman görüyorum. Bununla birlikte, yine yolcuların henüz podcast ve sesli kitapların yeterince farkına varmadığını düşünüyorum. Bu kadar çileli bir yolculukta, bir de "kitap okumak" bence de zor ve idealistlik işi, ancak dinlemek öyle değil.

Yani ne kadar zorlu yolculuk yaparsak yapalım, önemli bir kısmımızda bir akıllı telefon veya bir ses-çalar var. Bunları kullanarak da pek çok şey dinleyebiliyoruz. İstersek ne zamandır okuyamadığımız bir kitabı dinleyebilir veya istersek merak ettiğimiz pek çok konuda bilgi sahibi olabiliriz.

Son olarak, burada da karşımıza Türkçe içerik engeli çıkacak. Aslında hiç de yok değil içerik, ama az işte. Neyse, bu konuya da başka bir yazıda değineyim.


Kaynaklar:
(1) http://content.bahcesehir.edu.tr/public/files/files/ProfDrMustafaILICALI_2605.pdf

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Teknolojik Trendlerin Hayatı

Teknolojiler konu olduğunda hep bir yerlerde aklımıza çalınan ancak bir türlü tam olarak ne işe yaradığını anlamadığımız konular oluyor. Örneğin yıllardır “Bulut” deyip duruyorlar. Ne olduğunu tahayyül etmeye çalışsak da tam anlayamıyoruz. Sonra Dropbox’tan dosya paylaşınca, tüm notları Evernote’a almaya başlayınca Bulut birden somutlaşmaya başlıyor. Annemiz de Bulut ile ilgili soru sormaya, yorum yapmaya başlayınca süreç tamamlanıyor. Bir trendin gerçek olmasını yaşıyoruz. Bulut bayağı bir hayatımızın içine girdi artık. Daha yeni trendlere baktığımızda ise, örneğin biri çıkıyor Büyük Veri (Big Data) diyor, 250 milyar dolar diyor, yüzde 60 verimlilik, 4.5 milyon istihdam diyor. 1, 2, 3 Hepsi çok etkileyici. Peki bunlar ne kadar gerçekçi ve bizim işimize nasıl yarıyor? Bizi nasıl etkiliyor? Bunları kim belirliyor? Öncelikle söylemeliyim ki, son zamanlarda Bilgi ve İletişim Teknolojileri (BİT) trendlerini Türkçeleştirerek de dilimize aktarmayı başardığımız için, bu basit görüne

Yalınlık ve Mesaj (Dört film üzerinden bakış)

Filmlerin amacı, şu anki durumu üzerine, haddimi aşacağını düşündüğümden çok laf etmiycem. Kısa bir bakışla, belli bir sorunu eleştirmiş dört film üzerine konuşucam. Lise yıllarımda bol miktarda şiir okurken, yolum, doğal olarak, bir yerde Ahmed Arif’le kesişmişti. Onun şiirlerini neden bu kadar çok sevdiğimi anlamam biraz zaman aldı. Önceleri delikanlı üslubunun, içimdeki, o yıllarda popüler olan deliyüreği uyandırdığını düşünmüştüm. Antolojilerle uğraşıp şairlerle ilgili yazılardan da kopya çekince, yalınlığın ne kadar çekici olduğunu farkettim. Hotel Ruanda (Hotel Rwanda)’yı izlemeden önce kime sorsam ‘çok güzel film’ dedi. (Malumdur ki filml er hakkındaki eleştirilerimiz ‘çok güzel, ben beğendim, bence sinemaya gitmeye değmez’ gibi kısa cümleciklerle sınırlı genelde.) Sanırım, Belçikalıların bir halkı nasıl böldüğünü ve sonrasındaki olayları ibretle izlemek, hepimizde olduğu gibi, insani bir eleştirellik katıyordu bir süreliğine. Bu bakış açısını kazanmak -kısa süreli farkındalık-

Babaannem, dedem ve lacivert spor ayakkabılarım

“Bir insanın entelektüel olabilmesi için üç üniversite bitirmesi gereklidir, yalnız bunlardan birisini dedesi, birisini babası, birisini de kendi bitirecek.” diye bir söz duymuştum. Entelektüelliğin ne olduğunu anlamaya çalıştığım zamanlardı; daha sonra ise umursamadım. Önce babamı düşündüm, durumu fena değildi; adam koskoca 'doktor bey', her ne kadar köyde büyümüş olması onu üniversiteli ortalamadan ayırsa da. Dedemi düşününceyse iş değişti. Beni her gördüğünde şirin şirin gülen, köyün bıraksanız hepsinin kendisine ait olduğunu iddia edecek kadar hayalci(!) ve yüzünün başka yerinde sakal çıkmadığı için, tıraş olmadığı zamanlarda köyde top sakallı gezen şen bir entel. Büyüklerle ilişkiler konu olduğunda, saygıda az kusur eden iyi bir çocuk olduğumu düşünürüm hep. Bir ara dedemin babaannemi annesinin evine kadar döverek götürdüğünü öğrenince dedeme sinirlenip köye inadına 3 ay gitmemem dışında. Allah'tan tarih öğretmenim Osmanlıların Doğu Anadolu'da öldürdüğü b